Yazı Duyurusu

Menu

GÜNCEL YAZILAR

Previous
Next

EN SON YAZILAR

PSİKOLOJİ

REHBERLİK VE EĞİTİM

SOSYAL PSİKOLOJİ

REKLAM İÇERİĞİ

DANIŞMANLIK

HASTALIK VE TANILAR

Recent Posts

15 Aralık 2018 Cumartesi / No Comments

"İLETİŞİM" ve "SEVGİ"


Sevgi; insanı bir kimseye ya da şeye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten içsel duygudur.

Sevgi her insanda farklı şekilde ortaya çıkar. Her insanın değerleri, mizacı, karekteri ve o anki bulunduğu şartları aynı olmadığından sevginin dışa vurumu ve şiddeti de doğal olarak aynı olmayacaktır.

Örneğin duygusal birisi sevgisini ağlayarak, ağır mizaçlı birisi sevgisini saklayarak, şiddet eğilimli birisi sevgisini ısırarak, coşkun ve hareketli birisi sevgisini etrafa ateş ederek gösterir.

Her insanda farklı kılığa giren bu sevgiyi tanımlamak kalıba koymak ve bazende sevgiyi anlamak oldukça zordur. İnsanların dilleri aynı olsa bile sevgi dili başkadır her insanda.

Bu kadar farklı insanlarda farklılaşan sevgiyi, evrensel bir dilde ifade etmek imkansızdır. Ancak insan iletişim yönünden donanımlı hale gelirse sevgi dili evrenselleşir.


Sevgiyi ifade etmek ve anlamak için insanda olması gereken donanımlar;


**Karşılıklı iletişimde sempatiyi değil empatiyi kullanın!

**Karşıdaki insanı sevmenin bedelini koşulların sırtına yüklemeyin götüremez!

**Karşıdaki insanı önyargılarla ve geçmişle süzgeçlemeden duru ve anlık düşünün!

**Karşılıklı iletişimde soylenen kelimeleri tek tek değil kişiyle birlikte bütüncül düşünün!

**Sen dili(kişik zedeleyici) değil, ben dili(öze saygılı) bir dil kullanın!

**Karşıdaki kişinin sahip olduğu geçici şeylere değil de kişin özüne bakın ve değerlendirin!


**Her insan kendi sosyolojik çevresinde kocaman bir değerdir. Bunu hesaba katmayı unutmayın!

**Başkalarının süzgeçlerini, filtrelerini bırakın! kendi filtrelerinizi, süzgeçlerinizi kullanın ve bunları sürekli temizleyerek güncelleyin!

**Yargıç ve suçlu iletişimini kullanmayın! ne siz yargıçsınız ne de karşıdaki suçlu!

**İletişimde herzaman münazaracılık yapmayın! Hakkı belirtmek uğruna haksız çıkarsınız totalde!




Not:Bu yazının hazırlanmasında Psikolojik Danışman Mustafa KALAYLI rol almıştır.iletişim, sevgi, sevgi nasıl ifade edilir, sevgi ve iletişim, sevgi ve insan, sevgimizi hangi yollarla ifade edebiliriz, sevgiyi ifade etmek,  ile ilgilidir.


ÇOCUK VE CİNSEL EĞİTİM

28 Şubat 2018 Çarşamba / No Comments

ÇOCUĞA CİNSEL EĞİTİMİ NASIL VERMELİYİZ?

**Çocuklar büyüdükçe çok soru sormaya, her şeyi öğrenmek istemeye meyillidirler.

Aileler ise bir takım durumlarda çocuklarının sorularına nasıl cevap vereceklerini bilmiyorlar. Özellikle de çocukların cinsel soruları karşısında takılıp kalabiliyorlar. 

**Çocukların hem ruhsal hem de fiziksel anlamda dinç gelişimi için bilhassa cinsel suallere ailelerin en doğru şekilde ve en yerinde metotla cevap vermesi, cinselliği konuşmanın hala natürel olduğu toplumumuzda en kuvvetli alanların başında gelmektedir.

**Çocukların cinsellikle ilişkili ailelerine yönelttiği sorulara yaşlarına uygun şekilde dürüst cevap verilmesi gerekmektedir.

**“Dürüst bir cinsel eğitim belirlemek için çocuğa mahrem alanları öğretilmelidir. İyi bir metotla yapılan eğitimle taciz olaylarının önüne geçilebilir”

**Çocuklara cinsel eğitim vermenin gelecekte sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirmek açısından önemli olduğunu vurgulayarak, bilhassa cinsel istismar olaylarının önüne geçmek için çocuğa cinsel eğitim vermeliyiz.

TACİZLERİN ÖNÜNE NASIL GEÇİLEBİLİR?


**Erişkinliğinde farklı alanlara yönlendirilmiş sebeplerle psikolojik takviye edinmek durumunda kalan hastalar incelendiğinde bu kişilerin önemli bir kısmının çocukluğunda değişik cinsel travmalar geçirdiği, tacize maruz kaldığı görülür.

**Bu cins tacizlerin önlemek, çocuğa cinsel eğitim vermekle muhtemel olur.

**Cinsellikle ilgili farkındalık kazandırılan çocuk, mümkün bir taciz durumunda besbelli masum bir durumun olmadığını bilir ve durumdan büyüklerini farkında edebilir.

**Cinsel eğitimle cinsel özgürlüğün ve tesadüfen cinselliğin kuşkusuz birbirinden bambaşka tutulması gerekiyor. Her hangi bir konuda çocuğa doğru şekilde eğitim verilmezse çocuk o konu hakkında kulaktan dolma, asılsız bilgiler edinebilir. Bunun daha büyük sakıncaları vardır. Çocuk kendisinden sadece birkaç yaş büyük bir çocukla cinsellik taşıyan bir oyun oynayabilir, oyun esnasında ne yaptığının farkında olmadan hoşlanma duygusu hissedebilir, sonrasında oyun cinsel tacize değin varabilir. Bu yüzden çocuğa bulunduğu yaşa uygun bir şekilde muhakkak bir cinsel eğitim verilmeli.

**Eğer cinsellik çocuk için defalarca tabu olarak kalmaya devam ederse ileriki yıllarda başka sorunlar da yaşanabilir; örneğin söz konusu olan bir kız çocuğuysa vajinusmus hastalığına yakalanabilir ve evliliğinde sorunlar çıkabilir.

YAŞA GÖRE CİNSEL EĞİTİM


**Okul öncesi çocuğa öğretilecek cinsellikle ilgili kavramlarla, mektep dönemindeki ya da buluğ çağı dönemindeki çocuğa öğretilecek kavramlar farklıdır.

**Okul öncesi çocuklarda genel olarak realite duyusu gelişmemiştir. Bu yaşlarda birçok cinsellik taşıyan bir harekette bulunduğunda, anne babalar genellikle panikler. Ancak çocuk için bu hareketler de cinsel bir eylem yok, yeni ve öbür bir şeydir. Anne babanın paniklediğini gören çocuk bu hareketi daha garip bulmaya başlar ve yapmaya devam eder. Eğer ebeveynlerin birincil tepkisi paniklemek olmazsa, anne-baba nötr kalmayı başarabilir ve çocuğun ilgisini başka alanlara çevirebilirse çocuk bir süre sonra bu hareketini bırakır.

MAHREMiYET EĞİTİMİ VERİLMELİ


**Dürüst bir cinsel eğitim sağlamak için çocuğa mahrem alanları öğretilmeli.

**Okul çağına yaklaşmış bir çocuk evde çıplak dolaşıyorsa bu çocuğa neyin mahrem olduğunu bilgi vermek olası olmaz.

**Küçük yaştan itibaren çocuğun giydiği kıyafete değin dikkat edilmeli, mahremiyet duygusu aşılanmalı, sınırları öğretilmelidir.

**Çocuğa cinsel eğitim verilirken dürüst cinsel kimlik kazanmasına da yardımcı olunmalıdır.

**Ablalar, teyzeler aralarında yetişen erkek çocuklarını bazen anneler farkında olan olmadan kız kıyafetleriyle büyütürler. Cümbür Cemaat çocuğun bu halini sever, onu oynatırlar, zenne yaparlar. Ancak çocuk büyüdüğünde efemine davranışlar sergilemeye başlar. Bu anne-babanın cinsel kimliği çocuğa hatalı öğretmesinden kaynaklanan bir durumdur. İleride bu konuda sorun yaşamak istemeyen ebeveynler çocuklarına cinsiyetlerine tarafından davranmaya özen göstermelidirler.

ÇOCUĞUN CİNSELLİKLE İLGİLİ SORULARI CEVAP BULMALI


**Çocukların en fazla merak ettikleri konulardan biri dünyaya nasıl geldikleridir. Çocuk bunu sorduğu süre ona büyük bir insana anlatırmış gibi “Çocukları leylekler getiriyor derler ama bu içten değil.

**Bu soruyu sorman, merak etmen, ağırlık vermen hoş bir şey. Cinsellik kadınla erkek arasında çok özel bir durumdur. Ama detaylarını öğrenmen için biraz daha büyümen gerekiyor. Büyüdüğünde anlatacağım” şeklinde anlatmak gerekir. Bu Nedenle çocuğa bu konu hakkında yalan söylenmemiş olur.

**Konu ergenlik döneminde açıklandığında ise cinselliğin insan hayatında manâlı bir yerinin olduğunu ve bunun özel ve kayda değer bir kişiyle yaşanması gerektiğini, bu kişinin de insanın hayat arkadaşı, yani eşi olması gerektiğini adapte etmek gerekir.

**Çocuğun merak ve şaşma duygusu, öğrenmede kullandığı iki anahtar duygudur. Cinsel eğitim verirken bu konuda çocuğun merakını ve hayretini uyandırmamaya da özen gösterilmelidir. Eğer cinsellikle ilgili merak ve hayret uyandırıcı cevaplar veriliyorsa çocuk o alana ilgi duymaya başlar.

**Çocuğu cinsellik hakkında bilgilendirmemenin sakıncaları göz ardı edilmemelidir. Çocuk merak ettiği bu konuyu bir şekilde ya arkadaşlarından ya da internetten yalan yanlış, kulaktan dolma bilgilerle öğrenebilir. Hem anne-babanın çocuğun bu konudaki sorularını cevapsız bırakması çocuğun soru sorma kapasitesini düşürür, bu kapıyı da kapatmamak gerekir.

**Soran çocuk, daima hayatı daha basit öğrenir, sorunlara daha kolay çözüm getirir. Sorulan soru yanlış olabilir, ama çocuk nasıl yürümeyi düşe kalka öğrendiyse dürüst soru sormayı da yanlış sorular sora sora öğrenecektir. Bu yüzden çocuğu azarlamadan, terslemeden, içindeki merak duygusunu yok etmeden sorularına yanıt aramak, o an verilecek bir cevap bulunamıyorsa “Bu konuyu araştırıp cevaplayayım” diyerek ve fiilen de araştırıp, düşünüp cevap belirlemek yerinde bir davranış olacaktır.


Not:Bu yazının hazırlanmasında Psikolojik Danışman Mustafa KALAYLI ve Nevzat TARHAN'ın katkıları katkıları başta olmak üzere birçok kaynaktan faydalanılmış olup cinsel istismar, cinsel eğitim, çoçuklara cinsel eğitim nasıl verilir, rehberlik, mahremiyet eğitimi, cinsel istismarı önleme, cinsel ihmal , çocuğa cinsel eğitim nasıl verilir ile ilgilidir.

ÇOCUK EĞİTİMİNDE YANLIŞLAR!!!

17 Şubat 2018 Cumartesi / No Comments

ÖDEVLER VE ÇOCUK EĞİTİMİNDE YANLIŞLAR!!!


OKUL DÖNEMİNDE ÇOCUK EĞİTİMİ

**Oyun çağındaki bir çocuğu okuldan geldikten sonra dersin başına oturtmak zor. Eğitimciler gelişimde ödevin önemli olduğunu belirtirken çocuğunuz ödevlerden kaçıyor olabilir! Uzmanlar ise ödev konusunda ebeveynleri uyarıyor, sık yapılan hataları sıralıyor, anne, baba ve öğretmenleri dikkatli olmaya davet ediyor.
**Okulda verilen ev ödevleri öğrencilerin, özellikle de çocukların pek hoşuna gitmeyen, yapmak istemedikleri bir şeydir. Hele de oyun çağındaki bir çocuk ise söz konusu dersin başına oturması gereken, o zaman durum daha da zordur.
**Çevremizdeki ailelere baktığımızda birçok anne ve babanın çocuklarına verilen ödevleri yaptıramamaktan şikâyetçi olduğunu görmek mümkün. 
**Çocuğum ödevini yapsın, derslerinde başarılı olsun kaygısında olan ebeveynler bu endişeyle zaman zaman hataya düşebilmekte.
**Öyle ki çocuğa ödevi bir külfet gibi algılatabiliyorlar. Hatalar zinciri ise burada başlıyor. Uzmanlar uyarıyor. Ödevin bir külfet olarak algılatılmaması için yapılması gereken bazı şeylerin olduğuna dikkat çekiyorlar. 
**Bu gibi yanlış algıların düzeltilebilmesi için, öğretmenlerin sağduyusuna ve tecrübesine bağlı olmakla birlikte anne babaların göstereceği özen de çok önemlidir.
**Ailenin çocuğa ödev yapmayı sevdirmesi için öncelikle çocuğunun nasıl bir öğrenme modelinin olduğunu bilmelidir. Çünkü, bir insanın beş çocuğu varsa beşinin de öğrenme modelinin birbirinden farklı olabileceğini unutmamalıyız. 
**Çocuğumuzun hangi  öğrenme modeline sahip olduğunu bilen anne-babanın, çocuğun okuldaki başarısını kayda değer biçimde  artırabilir.
**Çocukların ödeve soğuk bakmaları ve ödev yapmak istememelerinde ailelerin ve öğretmenlerin bazı yanlış tutumlarının etkisi vardır. 

ÖDEV KORKU NESNESİ HALİNE GETİRİLMEMELİ!

**Ödev çocuk için bir korku nesnesi haline geldiyse çocuk ödevden de okuldan da soğur. Okul günleri aklına geldikçe bile irkilir, o günleri nefretle ve soğuk duygularla hatırlar. Böyle durumlarda çocuğun öğrenmesi de zaten kalıcı olmaz. 
**Ödevi böylesi bir korku aracı haline getirmeme konusunda anne babalar kadar öğretmenler de duyarlı olmalıdır.Verilen ödevler bütünleştirici, konunun anlamına yardımcı, çocuğu sıkmadan merak uyandıracak mahiyette az ama öz olursa çocuk için daha faydalı olacaktır.

Bu gibi durumlarda ideal öğretmen modeli;
**Çok başarılı bir öğretmen emekli olurken genç bir meslektaşı kendisine başarısını neye borçlu olduğunu sormuş, başarılı öğretmen şöyle cevap vermişti: “Öğrencinin başarılı olabilmesi için dersi sevmesi, dersi sevebilmesi için öğretmeni sevmesi, öğretmeni sevebilmesi için de öğretmenin öğrenciyi sevmesi gerekir. Öğrenciyi seversen ona öğretmek daha kolay olur.” Gerçekten de sevginin çocukları etkileyici bir gücü vardır. Bu gücü kullanabilmek için öğrenciye değer vermek gerekir. Öğrenciyi azarlayan, aşağılayan, hata yaptığı zaman yerin dibine batıran, arkadaşları arasında küçük düşüren öğretmen modeli bu çağın modeli değildir.
**Ne yazık ki hâlâ öğrencileri aşağılayan, kaba kuvvet uygulayan öğretmenlere rastlayabiliyoruz. Halbuki çocukta korku duygusu yerine sevgi duygusunu harekete geçirerek öğretmek çok daha kolaydır. Öğretmen öğrenciye sevgiyle yaklaştığı zaman çocuğun beyni öğrenmeyle ilgili bir mutluluk kimyasalı salgılar ve öğrenme kalıcı hale gelir.

ÇOCUK OKULDAN GELDİĞİNDE BİR SÜRE SERBEST BIRAKILMALI!

**Dinlenmesi için hiç fırsat vermeden, hemen ödevini yapmaya zorlamak çocuğun ödeve karşı antipati duymasına, kötü duygular beslemesine neden olur. 
**Bazı anneler sanki çocuk ödevi olduğunu, ders çalışması gerektiğini düşünemeyecekmiş gibi masanın başına oturtana kadar çocuğa sürekli çalışması gerektiğini hatırlatırlar. 
**Çocuk hiç dinlenmeden ödeve başlatılırsa ödevden de oyundan bir tat alamaz. Halbuki çocuk okuldan geldikten sonra belli bir süre serbest bırakılsa, rahat bir nefes alsa daha verimli bir çalışma yapacaktır.

ANNE-ÖĞRETMEN VE ÇOCUK ÜÇGENİ ÇOK ÖNEMLİ!

**Sürekli ders çalışmasını hatırlatan bir anne varsa, çocuk onu gördüğü zaman sadece ders çalışma zorunluluğunu hatırlar, başka bir şey hatırlamaz. 
**Anneyle çocuğun ilişkisi bozulursa, düzeltmek zor olur; oysa dersteki zayıflık bir şekilde telafi edilir. Onun için anneyle olan ilişkiyi bozmadan ders çalışmayı zevkli hale getirmek gerekir. Aynı şekilde öğretmenle öğrencinin ilişkisi de bozulmadan gidebilmelidir.

ÇOCUĞUN HAYATI PLANLI-PROGRAMLI OLMALI!

**Çocuğun hayatının planlı-programlı olması gerekir. Okuldan sonra belli bir süreyi oyun ve dinlenme ile geçirmeli, ardından ders çalışmalıdır. Aileler de bu saatleri belirleyip çocuğun buna riayet etmesini sağlamalıdır.

SALT BİLGİ YIĞINI DEĞİL HAYAT BECERİSİ DE ÖĞRETİLMELİ!

**Çocuk ders çalışırken ödevin konusunun yanı sıra hayatı, ders çalışma metodunu, disiplinli olmayı, zorluklara dayanmayı öğrenmelidir. 
**Çocuğa güven duygusunun eşlik ettiği bir sorumluluk duygusu kazandırmak gerekir. Aksi halde sadece itaati öğrenir. 
**Halbuki çocuk bireysel yaratıcılık, sorun çözme, insanlarla iletişim kurabilme gibi beceriler kazanmalı, sadece kurallara uyan, otoriteye itaat eden bir insan yetişmemelidir. 
**Ancak özgür düşünen, farklı olabilen, sorgulayan, yeteneklerini geliştirebilen çocukların yetiştiği bir toplum gelişebilir. O nedenle ödev salt bir bilgi yığını değil hayat becerisi öğretebilmelidir.

YÜKSEK BAŞARI BEKLENTİSİ BAŞARISIZLIĞI GETİRİYOR!

**Yapılan hatalardan birisi de ailelerin çok yüksek motivasyonlu olmaları ve çocuğa devamlı çok başarılı olmasını beklediklerini hissettirmeleridir. 
**Ailedeki yüksek beklenti düzeyine ulaşamayan çocuk ne yaparsa yapsın ailesini memnun edemez. Bu nedenle “Nasıl olsa ben annemi ve babamı memnun edemeyeceğim” deyip yenilgiyi baştan kabul eder hiç çalışmamaya başlar. 
**Aslında yeterince zeki olan çocuk, “yapamam, başaramam” duygusuna yenildiği için başarısız olur.
**Başarının önündeki en büyük engellerden biridir "aşırı mükembelliyetçilik."

HATA VE KUSURLARA ODAKLANMAK GÜVENİ ZEDELİYOR!

**Hem öğretmen hem de aile hep olumsuza; çocuğun hatalarına, kusurlarına odaklanırsa çocuğun kendine güveni zayıflar, çalışma şevki kırılır. 
**Sık sık verdiğimiz bir örnek vardır: Diyelim ki çocuk karne getirdi. Notlarının yedi tanesi iyi, üç tanesi zayıf. Çoğu ailenin yaklaşımı neden üç tane zayıf olduğunu sorgulamak şeklinde olur. Aileler bunu iyi niyetle, çocuğun daha başarılı olmasını istedikleri için yapıyorlar fakat farkında olmadan çocuğu ders çalışmaktan soğutuyorlar. Oysa “Bak, şu dersler pekiyi, bunları çok güzel başarmışsın. Hadi beraber bu üç zayıfı nasıl düzelteceğimizi düşünelim ve bir çözüm bulalım” denirse çocuk “Annemle babam benim olumlu yönlerimi de görebiliyor” der ve dikkatini zayıfları düzeltmeye verir, başarabileceğine inanır ve çözüm üretir.
**Olumsuza odaklanmak ve o yönde bir şeyler sarf etmek, çocuğun cesaretinden ve  kendine olan güvenden yapılan en büyük hırsızlık ve haksızlıktır.


Not:Bu yazının hazırlanmasında Psikolojik Danışman Mustafa KALAYLI ve Nevzat TARHAN'ın katkıları katkıları başta olmak üzere birçok kaynaktan faydalanılmış olup okula yeni başlayan çocuğa nasıl davranmalı, okul başarısı nasıl arttırılır, eğitim ve öğretimde başarıyı artırmanın yolları, çocuğun başarısını etkileyen faktörler ile ilgilidir.

AIDS HAKKINDA NE BİLİYORUZ?

16 Şubat 2018 Cuma / No Comments

AIDS HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ!!!

**İnsanların çoğu HIV bulaştıktan sonra belirtileri göstermez. 

**Bazı insanlar virüse maruz kaldıktan birkaç gün veya hafta sonra grip benzeri bir hastalığa yakalanır. Ateş, baş ağrısı, yorgunluk ve ensene büyümüş lenf bezlerinden şikayet ederler. Bu belirtiler birkaç hafta içinde kendiliğinden yok olur.

AIDS hakkında bilinmeyenler


**İlk enfeksiyondan sonra hiçbir belirti göstermeyebilirsiniz.

**Virüsün gelişimi kişiden kişiye değişir. Bu durum birkaç aydan 10 yıldan fazlasına kadar sürebilir.

**Bu süreçte virüs bölünerek çoğalır ve bağışıklık sistemindeki hücrelere bulaşarak öldürür. Bağışıklık sistemimiz bizim bakteriler, virüsler ve diğer enfeksiyonlarla savaşmamızı sağlar.

**"Virüs enfeksiyonla savaşan CD4+ veya T4 diye adlandırılan hücreleri yok eder. "    

Bağışıklık sistemi zayıfladığı anda, HIV bulaşmış kişi şu belirtileri gösterir:

**Enerji kaybı

**Kilo kaybı

**Sürekli ateş ve terleme

**Sürekli veya kalıcı mantar enfeksiyonu

**Kalıcı deri döküntüleri veya pul pul dökülen deri

**Kısa süreli hafıza kaybı

**Herpes enfeksiyonları nedeniyle ağız, jenital ve anal yaralar

**AIDS, HIV enfeksiyonunun en ilerlemiş halidir. Kanın mikrolitresi başına 200' den az CD4+ hücresi olan her HIV bulaşmış kişi AIDS olarak tanımlanır. Tanım, ilerlemiş HIV hastalığında yaygın olan fakat sağlıklı insanlarda nadiren görülen 26 durumu da kapsar.

**Bu durumların çoğu bakteri, virüs, mantar, parazit ve diğer organizmaların neden olduğu enfeksiyonlardır. 

**AIDS hastalarında "fırsatçı enfeksiyonlar" yaygındır. 

**Fırsatçı enfeksiyon: Normal olarak hastalığa sebep olmayan pek az patojenliğe sahip olan bir mikro-organizmanın, başka bir hastalık veya tedavi yöntemi nedeniyle aktivasyon kazanarak meydana getirdiği ağır hastalık tablosu.

AIDS'in Belirtileri


Hemen hemen her organ etkilenir. En yaygın belirtiler şunlardır:

**Öksürük ve nefes darlığı

**Nöbetler ve koordinasyon eksikliği

**Zor veya ağrılı yutkunma

**Kafa karışıklığı ve unutkanlık gibi zihinsel rahatsızlıklar

**Şiddetli ve kalıcı ishal

**Ateş

**Görüş kaybı

**Mide bulantısı, karın ağrısı, kusma

**Kilo kaybı ve aşırı yorgunluk

**Ensede sertleşmeyle beraber şiddetli baş ağrıları

**Koma AIDS hastaları Kaposi sarkomu, rahim ağzı kanseri ve lenfoma çeşitli kanser türleri gelişimine meyillidirler. Kaposi sarkomu ağız içinde veya deride yuvarlak kahve, kırmızımsı veya mor lekelere neden olur. AIDS teşhisi konduktan sonra, ortalama yaşam süresi 2-3 sene tahmin edilir.

HIV Teşhisi 


**HIV testi yaptırmak korkutucu olabilir; bununla beraber, durum müdahale edilebilir olduğundan test yaptırmak önemlidir. Test için diğer kan testlerinde yapıldığı gibi sizden kan alacaklardır. Eğer testiniz pozitif çıkarsa, erken teşhis ve izleme, doktorunuzun hastalığınızın ilerleyip ilerlemediğini ve tedaviye ne zaman başlanması gerektiğini belirlemesine yardımcı olacaktır.

HIV Testi Öncesi Danışmanlık


**Doktorunuz HIV testi ve öncesinde size danışmanlık önerebilir ve bu genellikle test yaptıracağınız klinik veya hastanede mevcut olan bir hizmettir. 

**Bu size şu fırsatları verecektir: "Test yaptırma korkunuz hakkında konuşmak "Eğer testiniz negatif çıkarsa, HIV kapma riskinizi azaltmak için neler yapabileceğinizi öğrenmek" Eğer testiniz pozitif çıkarsa, diğerlerine HIV bulaştırmamak için neler yapabileceğinizi öğrenmek "    

**HIV'in sizi sosyal, duygusal, mesleki ve finansal açıdan nasıl etkileyeceği gibi kişisel problemler hakkında düşünmek" Mümkün olduğunca uzun süre sağlıklı kalabilmek için neler yapmanız gerektiğini öğrenmek




Not:Bu yazının hazırlanmasında Psikolojik Danışman Mustafa KALAYLI ve WEBMD'nin katkıları katkıları başta olmak üzere birçok kaynaktan faydalanılmış olup hastalık, danışmanlık, aids hastalığı, aids in belirtileri, cinsel yolla bulaşan hastalıklar aids, hiv, zührevi hastalıklar, hiv testi, aids hakkında bilgi, aıds'in ilk belirtileri ile ilgilidir.

DOĞUM SONRASI DEPRESYONU

15 Şubat 2018 Perşembe / No Comments

DOĞUM SONRASI DEPRESYONU


Doğum sonrası depresyona girebilirsiniz. Dikkat!!! İşte doğum sonrası depresyonla ilgili tüm bilinmeyenler.

**Doğum sonrası depresyon diğer adıyla Postpartum depresyon (PPD) doğumdan sonra bir kadında gerçekleşen fiziksel, duygusal ve davranışsal değişimlerin karmaşık bir karışımıdır. 

**PPD başlangıcı, doğumdan sonraki dört hafta içinde gerçekleşen bir majör depresyon formudur. 

**Postpartum depresyonun teşhisi konurken sadece doğum ve başlangıcı arasındaki zamanın uzunluğuna değil, aynı zamanda depresyonun şiddetine de bakılır.

POSTPARTUM DEPRESYON NEDİR?


**Postpartum depresyon, bebek sahibi olmakla ilişkili kimyasal, sosyal ve psikolojik değişikliklerle bağlantılıdır. Birçok yeni annenin deneyimlediği fiziksel ve duygusal değişikliklerin tanımıdır. Postpartum depresyon ilaçla ve danışmanlıkla tedavi edilebilir.

DOĞUM SONRASI DEPRESYONU


**Doğumdan sonra hormonlardaki hızlı düşüş kimyasal değişikliklere neden olur. Bu düşüş ve depresyon arasındaki gerçek bağ henüz net değildir. 

**Fakat bilinen şudur ki, östrojen ve progesteron dişi üreme hormonları seviyeleri hamilelik esnasında on misli artar ve doğumdan hemen sonra düşer. Doğumdan sonraki üç gün içinde bu hormonların seviyeleri hamilelik öncesi hale gelir. 

**Bu kimyasal değişikliklere ek olarak, bebek sahibi olmakla ilişkili olan sosyal ve psikolojik değişiklikler depresyon riskini arttırır.

POSTPARTUM DEPRESYONUN BELİRTİLERİ NELERDİR?


Doğumdan sonra tüm annelerin yaşadığı;

**Uyku eksikliği, 

**İştah değişmesi, 

**Aşırı yorgunluk, 

**Azalan libido ve sürekli değişen ruh hali gibi deneyimlerdir.

Ayrıca doğum sonrası depresyonda tüm bu belirtilere majör depresyon belirtileri eşlik eder. Majör depresyon belirtileri ise şunlardır: 

**Depresif ruh hali, 

**Haz ve istek kaybı, 

**Değersizlik ve suçluluk hissi, 

**Umutsuzluk ve acizlik, 

**Ölüm veya intihar düşünceleri.

**Ciddi kilo kaybı veya aşırı kilo alma,

**Aşırı uyku(insomnia) veya uykusuzluk (hipersomnia)

POSTPARTUM DEPRESYONUN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?


**Hamilelik esnasında depresyon.

**Hamilelik yaşı ne kadar gençseniz risk o kadar yüksektir.

**Hamilelik hakkında ikilem yaşamak.

**Çocuklar; ne kadar çok çocuğunuz varsa o kadar çok depresif olma ihtimaliniz vardır.

**Depresyon geçmişi olması veya premenstrüel disforik bozukluk (PMDB)

**Sınırlı sosyal destek ve yeterince güvende olmama.

**Yalnız yaşamak.

**Evlilikte çatışma.

KİMLER POSTPARTUM DEPRESYON RİSKİ TAŞIR?

***Erken yaşta gebe kalan (bluğ çağının hemen sonrasında) kadınlarda risk %30 daha fazladır. 

***Geçmişte depresyon öyküsü olan kadınlarda doğum sonrası depresyon riski %25'tir. 

***Daha önceki gebeliğinde doğum sonrası depresyon yaşayan ve şimdi ise hüzün bulguları mevcut olan kadınlarda major depresyon gelişme riski %85'tir.

**Yeni annelerin çoğu doğumdan sonra ''bebek melankolisi'' çeker. 

**Bu kadınların her 10 tanesinde biri doğumdan sonra daha şiddetli ve uzun süreli depresyon geliştirecektir. 

**Her bin kadından biri postpartum psikozu denen daha ciddi bir durum geliştirir.

POSTPARTUM DEPRESYON NASIL TEDAVİ EDİLİR?


**Postpartum depresyon, kadının semptomlarının şiddetine ve tipine göre farklılık gösterir. 

Tedavi seçenekleri şunlardır: 

**Anti-anksiyete veya antidepresan ilaçlar ve duygusal destek ve eğitim için bir destek grubuna katılmak. 

**Portpartum psikoz durumunda psikoz için kullanılan ilaçlar tedaviye ilave edilir. 

**Hastaneye yatmak da çoğunlukla gerekebilir. 

**Eğer emziriyorsanız, depresyon, anksiyete veya psikoz ilaçlarını kullanamayacağınızı düşünmeyin. 

**Doktor gözetiminde birçok kadın emzirirken antidepresan kullanır. Bu sizle doktorunuz arasında verilmesi gereken bir karardır.

**Ama en etkili tedavilerden birisi de psikolojik terapi yöntemleridir.(Örneğin: grupla terapi ve bireysel psikolojik danışma gibi)

YENİ ANNE NE ZAMAN PROFESYONEL TEDAVİ İÇİN BAŞVURMALIDIR?


**Tedavi edilmemiş postpartum depresyon yeni anneler ve çocukları için tehlikeli olabilir. 

Yeni bir anne şu durumlarda profesyonel yardım almalıdır: 

**Belirtiler iki haftadan fazla sürerse. 

**Normal hareket edemediği zaman.

**Günlük durumlarla başa çıkamadığında.

**Kendisine veya bebeğe zarar vermeyi düşünüyorsa.

**Günün çoğunu aşırı endişeli, korkmuş veya panik halinde geçiriyorsa.

FARKLI POSTPARTUM DEPRESYON TÜRLERİ VAR MIDIR?


Bebek melankolisi, doğumdan sonraki günlerde çoğu kadında vardır ve normal olarak görülür. Yeni annenin, çok mutlu ve sonra çok üzgün hissetmek gibi ani ruh hali değişiklikleri vardır. 

**Sebepsiz yere ağlayabilir ve sabırsız, rahatsız, tedirgin, endişeli, yalnız ve üzgün hissedebilir. Bunun için genellikle tedavi gerekmez. 

**Çoğunlukla yeni annelerin destek grubuna katılmak veya başka bir anneyle konuşmak yardımcı olur. 

**Postpartum Depresyon (PPD) doğumdan birkaç gün sonra ve bazen aylar sonra bile gerçekleşebilir. 

**Kadın, bebek melankolisine benzer duygulara sahip olabilir üzüntü, çaresizlik, anksiyete, aşırı hassaslık fakat bunları bebek melankolisinden çok daha şiddetli hisseder. 

**PPD çoğunlukla kadının günlük işlerini yapmasını engeller. Kadının yükümlülüklerini yerine getirme becerisi etkilendiğinde, doktoruna gitmesi gerekir. 

**Eğer PPD tedavi edilmezse, belirtiler kötüleşebilir ve bu kötüleşme bir sene boyunca devam eder. 

**PPD ciddi bir durum olsa da ilaç ve danışmayla tedavi edilebilir. 

**Postpartum Psikoz, yeni anneleri etkileyebilen çok ciddi ruhsal bir hastalıktır. 

**Bu hastalık çok çabuk başlayabilir, çoğunlukla doğumdan sonraki üç ay içinde gerçekleşebilir. 

**Kadınlar gerçeklikle ilişkilerini yitirebilir, işitsel halüsinasyon (birinin konuşması gibi gerçekte olmayan şeyleri duyabilirler) ve sanrılar yaşayabilirler (rasyonel olmayan şeylere inanırlar). Görsel halüsinasyonlar (olmayan şeyleri görmek) daha nadirdir. 

**Diğer belirtiler uykusuzluk asabiyet ve öfkeli hissetmek, garip duygular ve davranışlardır. 

**Postpartum psikozu olan kadınların hemen tedavi edilmesi gerekir ve çoğunlukla ilaç tedavisi de gerekebilir. 

**Kendilerine ve diğerlerine zarar verme riskleri olduğundan, bazen hastaneye yatırılmaları gerekir.

POSTPARTUM DEPRESYON ANKSİYETE RAHATSIZLIKLARINI ARTTIRIR MI?


**Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri ortaya çıkabilir veya bu belirtiler postpartum depresyon esnasında kötüleşebilir. 

**Obsesyonlar çoğunlukla bebekle ilgili endişeler veya bebeğe zarar vermekle ilgilidir. 

**Panik bozukluk da görülebilir. Her iki durum da depresyonla bir arada oluşur.

POSTPARTUM DEPRESYON ÖNLENEBİLİR Mİ?


Aşağıda postpartum depresyonu önlemenize veya bununla başa çıkmanıza yardımcı olacak ipuçları bulunmaktadır: 

**Yardım isteyin diğerlerine size nasıl yardımcı olabileceklerini söyleyin. 

**Kendiniz ve bebeğiniz için beklentilerinizde gerçekçi olun. 

**Egzersiz yapın, yürüyüş yapın ve bir süreliğine evden çıkın. 

**Bazı günlerin iyi, bazılarının kötü olacağının farkında olun. 

**Akla yakın bir diyet uygulayın; alkol ve kafeinden uzak durun. 

**Eşinizle ilişkinizi geliştirin birbirinize zaman ayırın. 

**Aile ve arkadaşlarınızla iletişim içinde olun kendinizi izole etmeyin. 

**Eve ilk çıktığınızda ziyaretçilere sınır koyun. 

**Telefon konuşmalarınızı eleyin. 

**Bebeğiniz uyuduğunda uyuyun veya dinlenin.




Not:Bu yazının hazırlanmasında Psikolojik Danışman Mustafa KALAYLI ve WEBMD'nin katkıları katkıları başta olmak üzere birçok kaynaktan faydalanılmış olup hastalık, doğum sonrası depresyon, depresyon, postpartum, postpartum depression, doğum sonrası depresyon tedavisi, lohusalık depresyonu nedir, depresyon çeşitleri ile ilgilidir.


CARL GUSTAV JUNG'UN SÖZLERİ

27 Ocak 2018 Cumartesi / No Comments

CARL GUSTAV JUNG'UN SÖZLERİ


“Mutlu kelimesi, üzüntüyle dengelenmemişse anlamını yitirir.” 

*****

“Mars gezegenine ulaşmak, kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır.”

*****

“İşiniz size biraz sevinç ve doyum sağlıyorsa, o küçük kısmı üretmeli ve beslemelisiniz. Tıpkı size yaşama zevki veren her şeyi beslemeniz gerektiği gibi.”

*****

“Düş dünyalarının dışına çıkanlar, iç dünyalarında uyanık olanlardır.” 

*****

“Hayatta en acıklı şey, bir insanın, problemin kendisinden kaynaklandığını görmemesidir.”

*****

“Kişinin huzursuzluğu, mutsuzluğu, gerginliği, sıkıntısı ve depresyonu, onu uyandırmaya çalışan önemli dostlarıdır.”

*****

“İnsan, kendinde görmek istemediği kötülük ve değersizlik düşüncelerini diğer insanlara atfeder.”

*****

“Bir şeyi kabul edene kadar onu değiştiremeyiz. Suçlamak özgürleştirmez, tahakküm eder.”

*****

“Günümüzde bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz.”

*****

“Kimse bir başkasını yargılayabilecek kadar kusursuz değildir. Ama bazıları kendinde bu hakkı görebilecek kadar hadsizdir.”



“Siz bilinçaltınızı bilince dönüştürene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz.”

*****

“Yüreğinin bilgisi yüreğinin nasıl olduğudur. Kurnaz bir yürekten kurnazlığı bilirsin. İyi bir yürekten iyiliği bilirsin.”

*****

“İnsan doğasını daha iyi anlamamız gerekiyor; çünkü var olan tek gerçek tehlike insanın kendi içinde. Esas tehlike ta kendisi ve biz acınası bir halde bunu ıskalıyoruz. İnsanı hiç tanımıyoruz.”

*****

“Başkalarıyla ilgili rahatsız olduğumuz her şey kendimizi tanımamızı sağlar.”

*****

“Bana aklı başında bir adam gösterin, size onu iyileştireyim.”

*****

“Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, ‘ortalama insan’ hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp tüm teorileri gözardı ederek tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım.”

*****

“Duygu olmadan hiçbir karanlığın aydınlığa dönüşmesi, hiçbir ataletin harekete dönüşmesi mümkün değildir.”

*****

“Düşünmek demek, sadeleştirmek, önemli olanın altını çizmek, önemsizi ayıklamak demektir.”

*****

“Neye karşı koyarsan, o ısrarla olmaya devam eder.”

*****

“Bilincimize çıkaramadığımız şeyler, hayatta karşımıza yazgı olarak çıkar.”

*****

“Bir insan, aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanır.”

*****

“Başkalarının bizi kızdıran tarafları, kendimizi daha iyi anlamamıza yol açar.”

*****

“Görünüşünüz, yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar.”

*****

"Kimse ışığı hayal ederek aydınlanmaz. İnsanı aydınlatan karanlığı idrak etmektir."

*****

"Bir zehrin etkisinden kurtulmak istiyorsan, onu son damlasına kadar içeceksin."

*****

"Tüm dünya din konusunda ne düşünürse düşünsün, dinsel deneyim yaşamış biri, kendisine hayat, anlam ve güzellik kaynağı olan ve dünyaya ve insanlığa yeni bir parlaklık veren büyük bir hazineye sahip olmuştur. Barışa kavuşmuştur."

*****

"Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir."

*****

"Yaşamımızın büyük bir bölümünü bilinçdışında geçiririz."

*****

"Çocukken kendimi yalnız hissederdim; hala da öyle hissediyorum çünkü bazı şeyleri biliyorum ve bunları hiç bilmedikleri ya da bilmek istemedikleri anlaşılan insanlara bazı ip uçları vermeye çalışıyorum."

*****

"Bilinç var olmanın ön koşuludur."

"Düş, ruhun çok uzun bir zaman önce bilinçli bir ego olduğu ve o ruhun çok uzaklarda erişebileceği bir bilinçli egosunun bulunduğu, en derindeki ve dolaylı ifadeler veren kozmik geceye açılan özel odasındaki küçük gizli bir kapıdır."

*****

"Görüşünüz ancak yüreğinize baktığınızda berraklaşır... Dışa bakan düş görür. İçe bakan uyanır."

*****

"Tüm akıl hastalıklarının temelinde meşru acıları yaşamayı reddetmek yatar."

*****

"Duygusuz karanlığı aydınlatamayız ve bitkinliği harekete çeviremeyiz."

*****

"Düşünmek zor bir sanattır onun için çoğunluk tek karar verir."

*****

"Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, 'ortalama insan' hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp tüm teorileri gözardı ederek tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım."

*****

"Günümüzde bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz."

*****

"Tehlike insanın ruhundan kopmuş olmasında.
İçedönüklük Doğu'nun "stili"dir, tıpkı dışadönüklüğün Batı'nın "stili" olduğu gibi... Ne var ki, içedönüklük Batı'da anormal, hastalıklı ya da mutlaka "düzeltilmesi" gereken bir şey olarak görülür. Doğu'da ise dışadönüklük arzu yanılsaması ve açgözlülük ifadesi olarak aşağılanır."

*****
"Kişi parlak öğretmenleri şükranla ama insanî hislerimize dokunanları minnetle anar. Müfredat belli miktar yeni malzemedir, ama sıcaklık, büyüyen bir bitki ve bir çocuk ruhu için hayatî önemde bir elementtir."

*****

"Kuramları iyi öğren, ancak yaşayan ruhun mucizesine dokunduğunda onları bir yana bırak."

*****

"Olduğumuzdan daha iyi ve yüce insanlar olarak yaşamaya çalışmak bizi aşırı derecede ikiyüzlülüğe ve sahtekarlığa götürür. Ayrıca üzerimize öylesine bir gerilim yükler ki, çok daha kötü durumlara düşer ve çöküntüye uğrarız. "

*****

"Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası vardır."

*****

"Tanrı, Adem ile Havva'yı, düşünmek istemediklerini düşünmek zorunda bırakacak biçimde yaratmıştır."
Tümüyle emin olduğum hiçbir şey yok.

*****

"İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder."

*****

"Yaşamımızın büyük bir bölümünü bilinçdışında geçiririz."

*****

"Doğduğumuz dünya çok acımasız ama aynı zamanda ilahi bir güzelliği var. anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, tamamen insanın yapısına bağlıdır."

*****

"günümüzde, bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz. tehlike insanın ruhundan kopmuş olmasında."

*****

''bir insani anlamak istiyorsaniz, oncelikle insanlar hakkinda bildiginiz her seyi ama her seyi unutmalisiniz''

*****

"bilim bir plajdaki tüm çakıl taşlarının ortalama büyüklüğünü hesaplayabilir, ama belki de o plajda o büyüklükte tek bir taş yoktur"

*****

"her kim hedefindeki kişiye işkence edebiliyorsa aynı işkenceyi kendisi görmüştür."

*****

"tüm kaosta bir kozmoz ve tüm düzensizlikte gizli bir düzen vardır."

*****

"açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde...bunlar güzel erdemler...fakat ya dilencilerin en fakirinin ve suçluların en gaddarının kendi içimde olduğunu görürsem! ya şefkatime en muhtaç kişinin ve en azılı düşmanımın kendim olduğunu farkedersem! o zaman ne olacak?"





STRESLİ KİŞİLİK TİPLERİ

25 Ocak 2018 Perşembe / No Comments

SÜNGER, TEFLON VE KAUÇUK ADAM


Stresle ilgili 3 tip kişilik vardır

1-SÜNGER TİP

**Sünger nasıl ki suyu emerse, bu tarz kişiler de karışısına gelen stresli kişilerden onların stresini kaygısını satın alırlar. 

**Sünger kişilik genellikle sempati duyar.Karşıdaki stresli bireye sürekli sempati duymak, o kişinin yaşadığı "tüm stresi vakumlamak" ile aynı manaya gelir. Sempati yerine empati yapmak daha dengeli ve sağlıklıdır

**Stresin bulaşıcıdır “Karşınızdaki stresli insanların streslerini satın almayın” 

**Duygusal liderliği her zaman elinizde tutmalı ve karşınızdaki kişinin stresini manipüle etmeyi başarmalısınız.

**Bu tarz kişiler sürekli stresli oldukları için beyinlerinde çabuk yaşlanma durumları meydana geliyor.

2-TEFLON TİP

**Teflon tipi dediğimiz kişiler ise vurdumduymaz olan kişilik türleridir. 

**Kendisi yanmaz fakat içindekini yakar. Bu güzel bir şey gibi görünse de bu tarz kişilerde de yalnız kalma durumu vardır. 
Güçlü iken, her şey yolunda iken iyiler fakat hasta, yaşlı, başkalarına ihtiyaç duydukları sırada yalnız kalıyorlar. 

**Benmerkezci oluyorlar. Bu tarz kişilerde de yalnızlık olduğu için beyinlerinde erken yaşlanma söz konusudur.

KAUÇUK TİP

**Kauçuk adam tiplemesinde ise stresi alıyor fakat onu içine almıyor, onu yönetmesini biliyor ve tekrar eski haline getiriyor. 

**Kauçuk tipi insan olabilmek, stresi yöneten kişi olma konusunda en ideal kişiliktir. 

**Stres karşısında esnek olmak gerekiyor. Olaylar karşısında inatçı olan kişiler daha çabuk kırılıyorlar.”



Not: Bu yazının hazırlanmasında Psikolojik Danışman Mustafa KALAYLI'nın katkıları ve Prof. DR Nevzat TARHAN'ın katkıları başta olmak üzere birçok kaynaktan faydalanılmış olup stres,stresli insan, stresle başa çıkmanın yolları nelerdir, stresli insanların özellikleri, stresli kişilik, stres kişilik ilişkisi, stres kişilik tipleri, stres ve kişilik tipleri  ile ilgilidir.